GARAİMAMLARIN HASAN / Mustafa ÖZKAN

GARAİMAMLARIN HASAN

Mustafa ÖZKAN

Yıl 2007 Aralık ayı başları. Bir Cumartesi günü akşamı oğlum Alper ile akşam evde ertesi gün için ava gideceğimiz yeri kararlaştırıyorduk. Sonunda ertesi gün için Marçalı’ya Keklik avı için karar verdik. Akşam saat 23,00 sularında yatarken sabah kalkmak için saatleri 04,00’e kurup yattık. Gece nasıl haberim olmamış bilmiyorum, sabah telefonun alarmı çaldığında ortalığı sel götürüyordu. Bir yandan nereye gidebiliriz diye düşünürken, bir yandan termosa çay yapmak için ketılda su ısıtıyordum. Alper dayanamayıp benden evvel sordu “ Baba bu havada Marçalı’ya gidelim desekte gidemeyiz. Zaten bu yağmurda avda olmaz. Bence en iyisi Güllük Dalyanına gitmek. Ördeğe gidelim mi?” Alper haklıydı ve başka bir seçeneğimizde yoktu. Evden çıkarken bile yağmurluklarımızı giymek zorunda kaldık. Önce arabadan köpeğin kulubesini indirdik, daha sonra depoya girip lastik botları ve çizmeleri çıkarıp arabaya yükledik. Rahmetli kayınbabam Yusuf Tevfik BÜLTEN’i alarak yola çıktık. Yağmur öyle şiddetli yağıyordu ki çevre yolu kenarında biriken sulara girince adeta frene basmış gibi araba yavaşlıyordu…

Karakaya boğazından sallandığımda yağmururdan cam silgeçleri bile iş görmez oldu. Pilavtepe önünde arabayı mecburen kenara çekmek zorunda kaldım. Tufan on dakika kadar sürdü, bizde yolumuza devam ettik. Güllük Dalyanı, Kireçli Burun önündeki tek çam ağacının altına arabayı yanaştırdım. Hemen arabadan çıkıp botlarımızı arabanın egzozundan şişirmeye başlamıştık ki  yağmur şiddetini arttırdı. Arabanın içine kendimizi zor attık. Beş dakika kadar süren bu sağanak sanki bıçakla kesilirmişçesine aniden durmuştu. Arabadan hemen dışarıya çıktık, kafamı kaldırıp baktığımda gökyüzü çakır yıldızdı. Botlarımızı şişirip Mahal gölüne girdiğimizde sanki biraz önce yağmur yağmamış gibi bulutlar tamamen kaybolmuş, rüzgar kesilmiş, dolunayda tüm parıltısıyla kendini göstermişti. Gölün orasına geldiğimizde tam karşımızda yanan bir sigaranın ışığını gördüm. Mahal gölünün etrafı olduğu gibi kargı ile kaplı olduğundan karanlıkta avcılar bulundukları yeri yaktıkları ışıkla, ışığı olmayanlar öksürürlerek belli ederler…

Sigara yanan yere doğru yaklaşıp selam verdim “Cevap gelmedi!”  Arkamdan beni takip eden Alper’e dönüp “Gidelim oğlum” diye seslendim. Bize göre sağ tarafımızda bulunan avcılar arasında Akbik Kargısı denilen yere doğru küreklere asıldık. Boş bir yer bulup otuz metre kadar arayla kamışların içine gizlendik.

Şafak sökmeye başlamıştı. Yüz metre kadar sağ tarafımızdan bir tüfek atıldı.

Silah atan kişi avını vurmuş olmalı ki kuşu almaya giderken suda çektiği küreklerin şapırtısını duydum. Beş dakika kadar  ancak geçmişti ki arkamdan geçen bir kuşun kanat seslerini duydum. Baktığımda bir sakar mekenin  sağ tarafımıza doğru alçaldığını gördüm. Çok geçmeden aynı yönden bir tüfek daha atıldı. Ve vuran avcının vurulan kuşu almak için giderken botun küreklerinin suda çıkardığı

ses…

Avcı yerine dönmüş olmalıki birkaç dakika sonra seslendi; “Baba, Babaaa”

Cevap veren olmadı.

Beş on saniye sonra yine; “Babaa, Babaaa”

Gene cevap veren olmadı.

Üçüncü kez; “Baba  AaaaaBabaaaa”

Yazının devamı ve görselleri AVDOĞA DERGİSİ KASIM 2019 198. SAYISINDAABONE OLMAK İÇİN 05443414082 WhatsaAp ABONE yazın sizi arayalım veya linki tıklayarak abone olunuz
tps://docs.google.com/forms/d/e/1FAIpQLSf4-3si7QVXaAdwJymBmKm5RH1V5k_MGBkOzWAmP1D00XeMPw/viewform

Previous post ÇİFTELERDE ATEŞLEME SİSTEMİ / Hristo YUVANIDIS
Next post ERZİNCAN KEKLİK AVIMIZ / Ahmet KOLAĞASIOĞLU